2017’yi geride bırakıp 2018’e merhaba derken, teknoloji ve bilim özelinde de yepyeni bir çağın sınırında olduğumuzu tekrar hatırlamanın tam zamanı. Yapay zeka, robotik ve teknoloji üzerine insanlığı ileri götüreceğine inanılan birçok araştırma ve çalışma yapılıyor. Peki gelecekte bizi neler bekliyor?
Her güne yeni bir bilimsel ve teknolojik gelişmeyle uyanmaya devam ederken, bu gelişmelerin en ilgi çekici ve düşündürücü olanlarını bu sayfaya taşımaya çalışıyoruz. Yarının sınırında, geleceğin ayak seslerinin peşinde yolculuğa devam…
Lego’nun Solucan Beyni
Yalnızca düşünerek bir robotu tıpkı kendi bedeninizi hareket ettirir gibi harekete geçirmek kulağa nasıl geliyor? Bir yanıyla korkutucu olsa da, insanlığın geleceği için en önemli gelişmelerden biri olacağı da yadsınamaz.
Yapay zeka ve robotlar üzerine yürütülen çalışmalar etik konusunda çeşitli tartışmalara yol açmaya devam ederken, bilim ve teknolojinin ilerleyişi son hızla sürüyor. Biyolojik sinir ağlarının (neural networks) haritalanması için yapılan çalışmaların bulgularının test edileceği OpenWorm isimli bir proje geliştirildi. Sinir sistemleri insana göre çok daha basit yapılı hücre gruplarından oluşan solucanların 302 adet sinir ağı yapısı haritalandı ve dijital ortama aktarıldı. Solucan beynindeki ağ yapısını taklit edecek simülasyona hiçbir hareket emri tanımlanmadan, sinir ağı yapısı bir Legobot’a aktarıldı. Uygulanan sinir ağları sayesinde robotun ön ve arka sensörlerine dokunulduğunda ileri ve geri hareket ettiği gözlemlendi.
Çalışmanın simülasyonlar, biyolojik beden dışı hareket kabiliyeti vs. gibi birden fazla amacı olsa da, gelecekte insanlığın nasıl bir noktaya ilerleyeceğini göstermesi açısından büyüleyici bir gelişme ortaya koyulmuş oldu.
Harddiskteki Hayalet
Sonsuza kadar yaşamanız mümkün olsaydı, bu yaşamın fiziksel ortamda mı yoksa dijital ortamda mı süreceğine takılır mıydınız? Soru biraz tuhaf olsa da, hayatta kalma güdümüzün ne kadar güçlü olduğunu gösteren bir cevaplar silsilesi ile karşı karşıya geliyoruz. Sonsuza kadar yaşama fikri korkutucu da olsa, ‘hayır ben istemiyorum’ demek için önce felsefi bir takım sebepler ortaya koymayı bekleriz. Güdülerimiz bizi yaşama tutunmaya zorlar.
Bu eğilim tek bir insandan da öte tüm insanlık için geçerli olsa gerek ki, bilimsel çalışmalarla da bu hayatta kalma yaklaşımımızı temellendirmeye çalışıyoruz. Sinir bilimci Randal Koene de bu eğilimi bilimsel bir temele oturtmak isteyenlerden. İnsanı içine sıkıştığı dar yaşam süresinden ve kalıcı olamama sorunundan kurtarmak için tek bir çözüm olduğunu düşünenlerden, “Beynimizi bilgisayara yüklemeliyiz”. Onlarca bilimkurgu filmi ya da romanının konusu olan bu fikir elbette yeni değil ancak gerçek hayat için düşündüğünüzde büyüleyici.
Koene beyni ve işlevlerini hesaplamalar bütününe indirgeyerek bir koda dönüştürmeyi umuyor. Böylece dijital bir ortama yüklenecek zinhimiz, sonsuza kadar ‘hayatta kalmanın’ kapılarını aralamış olabilecek. Elbette fiziksel bedenimiz bu ‘hayatta kalma’ tabirini destekleyebilecek bir ömür sunmuyor. Bu nedenle de beyin üzerine çalışmayı sürdürdükçe karbon bazlı biyolojik bedenimiz ve sinir ağlarımızın, silisyum bazlı bir ortamda gerçeklenebileceğini düşünmek mümkün hale geliyor.
Beynimizdeki sinir ağlarına kodlanmış olduğu tahmin edilen yargılarımız, anılarımız, düşüncelerimiz ve bizi biz yaptığını düşündüğümüz her şey dijital bir ortamda varlığını sonsuza dek sürdürebilse buna tam olarak ‘yaşamak’ diyebilir miyiz? Karbon bazlı bir yaşamın içine doğduk diye, silisyum yardımıyla hayatta kalmayı reddedebilecek miyiz? Yaşamak ve ölmekle ilgili fikirlerimizi baştan uca yeniden bir gözden geçirmek gerek.
Bu yazı, Dünya Gazetesi’nde 29 Aralık 2017 tarihinde yayımlanmıştır.
Umut Özbağcı
Datassist Bordro Servisi
Müşteri İlişkileri ve İş Geliştirme Yöneticisi