90’lı yıllara gelindiğinde, uzay çağı bize göz kırpmaya başlamıştı. Analog, artık yerini dijitale bırakıyordu. Mevcutta kullandığımız eşyaların modernleşmesi bir kenara, bir de cep telefonu hayatımıza giriyordu ki inanılması zor bir teknolojiydi.
Teknoloji yavaş yavaş ayağımıza gelirken, çocukları da es geçmek olmazdı tabii. Bugünün Xbox’larının, Play Station’larınn yerinde o gün Atari’ler vardı. Atari’lerin hayatımıza girmesiyle çocukların konumu da yeniden güncellenmişti sanki. Sokakta ya da evin içinde koşuşturan çocuk gitmiş, onun yerine bütün gün TV karşısında Atari oynayan çocuk gelmişti.Bu durum ebeveynler açısından oldukça rahatlatıcı olmuştu şüphesiz. Fakat ne yazık ki artık çocuklar sorgulayamıyor hale gelmişti.
Sadece sorulayamamak da değildi aslında… Bu durum insanın fizyonomisine bile oldukça tersti. Çocukların koşup oynaması gerekirken, TV karşısında hem hayal güçlerini, hem de kas yapılarını körelttiler. Bir zamanlar her çocuğun hayali, doğanın içinde ağaç ev yapmak iken; maalesef şimdi video oyunlarındaki “bölüm sonu canavarlarını” geçmek oldu.
90’lı yıllarda kısıtlı bir alanı kapsayan oyun konsolları; günümüzde, tabiri yerinde olacaksa adeta bir deniz derya.
Ve ne acıdır ki; artık zillere basıp kaçma oyunu yerini Grand Theft Auto’ya, mahalle maçları yerini PES ve FIFA’ya bırakmış durumda. Sosyalleşmenin de tamamen sanal ortamlara evrildiğini söylemeye gerek bile yok.
Bu yazı, Dünya Gazetesi’nde 6 Temmuz 2018 tarihinde yayımlanmıştır.
Umut Özbağcı
Datassist Bordro Servisi
CIO